SEYİR
İnsanlığın kat ettiği bütün yollar; kelamın, peygamberin gönlüne inmesiyle gerçekleşmiştir. Her şey O’nun kelamından çıkmıştır. Bu kelam peygamberin kalbine indiğinde ona vahiy denmektedir. Dinin kaynağı kelam, kelamın kaynağı ise Allah’tır. Bu ilahi kökten beslenen yapı, insanlığın ilk anlam zeminini oluşturmuştur.
Tarihin burayla bağlantılı ve daha sonrasını da şekillendirecek noktasında, iki büyük kırılma yaşanmıştır. Birincisi, MÖ 3. yüzyılda Aristoteles’in, hocalarından aldığı bilgeliği felsefe ve bilime raptetmesidir. Bu noktada soyutlanma değil, soyutlama merkeze alınmıştır. Dış dünyaya yönelen bu zihinsel dönüşüm, zamanla insanı iç hakikatinden uzaklaştırmaya başlamıştır. İkinci büyük kırılma ise kapitalizm öncesi dönemde, Sanayi İnkılabı ve Bilimsel Devrimlerle birlikte yaşanmıştır.
Modern dünyada gelişim denilen şey, dinden bilgeliğe, bilgelikten felsefeye, felsefeden bilime ve bilimden tekniğe varan bir seyirdir. Bütün mesele teknikte kilitlenmiş durumdadır. Teknikte geliştikçe sürdürülebilirliğin artacağına inanılmaktadır. Ancak bu süreçte mana buharlaşır, art ardalık oluşur, çokluk ve hareket belirginleşir ve tekdüzelik artar. Bu çizgide iç yerine dışa ait olan unsurlar öne çıkarak dengeyi bozmaktadır.
Yaşanılan bütün problemler, dinden tekniğe giden bu dengesiz yoldan kaynaklanmaktadır. Daha iyi bir teknik üretmek, daha hızlı yaşamak ve daha hızlı tüketmek için bu dünyada var olmak, insanın yaratılışına aykırıdır. Hareket ve hız, çokluğu; çokluk ise yoğunluğu beraberinde getirir ve insanın kendi içinde kaybolmasına neden olmaktadır. Oysa yapılması gereken; hareketi azaltmak, sükûnete geçmek, manayı bulmak, aza ve öze yakın durmaktır. Bu da teknikten dine doğru bir yöneliş ile mümkün olmaktadır.